top of page

Ariel: Ataerkil Toplumda Bir Deniz Kızı

Denizin altında yaşayan, on altı yaşındaki meraklı denizkızı Ariel’in hikayesine hepimiz az çok aşinayız. Denizlerin efendisi Kral Triton’ın en küçük kızı olan Ariel, dalgalanan kıpkırmızı saçları ve kontrast yaratan turkuaz rengi parıltılı kuyruğuyla altı ablasının yanındayken bile göze çarpıyor. Hem insan olarak doğmayan tek Disney prensesi olması hem de ilk Disney prensesleri olan Pamuk Prenses, Cindirella ve Aurora’nın aksine tutkuları için harekete geçerek kendi kaderinde etkili olması onu diğer prenseslerden ayırmaktadır. Birçok prensesle paylaştığı ortak kader ise, bir erkek tarafından kurtarılmaya muhtaç kadın karakter rolünü oynamasıdır. Her ne kadar ilk Disney prenseslerinden daha etken rolde olsa da hikayenin sonunda çaresiz prensesi, deniz cadısından büyük ve güçlü babası kurtarır. Hazır 26 Mayıs’ta vizyona girecek olan Küçük Deniz Kızı filmine sayılı gün kalmışken bildiğimiz hikayeye bir kez de cinsiyet rolleri üzerinden göz atalım.

Görüntüsü gibi, karakteriyle de ablalarından ayrılan Ariel, inatçı ve maceracı bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Su altındaki krallığında, uçsuz bucaksız okyanusta yüzerken babasının onu sık sık uyardığı bir kural var, insan denilen canlıdan uzak durmak. Ancak yasak olan bir kez daha cezbediyor ve Arielin yeryüzündeki yaşama duyduğu merak, bulduğu insan eşyalarını biriktirmekle başlayıp, bir insanın hayatını kurtarmaya, sonra da ona aşık olmaya kadar gidiyor. Bir gemi kazasından kurtardığı prensine kavuşabilmek uğruna soluğu deniz cadısı Ursula’nın yanında alıyor. Ursula’nın koyduğu şartlar ise belli: güzel sesi karşılığında, kuyruğu bir çift insan bacağına dönüşecek. Ancak üç gün içinde prensi etkileyemezse dalgalarda bir köpüğe dönüşerek sonsuza dek tutsak ruhlar arasında yer alacak.

Ariel’in bir erkek için ailesinden, krallıktan vazgeçerek hayatını tehlikeye atması ve bütün yaşam tarzını değiştirmek istemesi ne kadar problemli gözükse de, su altındaki hayattan kurtulmak istemesindeki asıl sebebinin aşırı kontrolcü babasının emri altında yaşamaktan bıkması olduğu anlaşılıyor. Büyük cüssesiyle ve gür, beyaz sakallarıyla erkek egemenliğinin sembolü olan Kral Triton’ın ‘’helikopter ebeveyn’’ tanımına uyarak gözünü sürekli kızlarının üstünde tutması Ariel’i başka bir hayatın mümkün olup olmadığını merak etmeye itiyor. Gemide gülüp eğlenen insanları gördüğünde onlara özenmesi de buradan geliyor. Gemi kazasının ardından prensi karaya çıkararak hayatını kurtarıyor. İlk defa bir prenses, prensin hayatını kurtarıyor. Bir anne figürünün eksikliğiyle büyüyen Ariel babasının otoritesinden uzaklaşıp yeni bir hayat kurabilmek için ipleri eline alıyor ve deniz cadısı Ursula’ya gidiyor. Fakat prensin Ariel’de unutamadığı tek şey, kendisini kurtardığı sırada duyduğu güzel sesi, tıpkı Cindirella’nın yakışıklı prensinin Cindirella’yı sadece ayakkabısından tanıyabilmesi gibi. Ariel sesini insan bedeniyle takas ettiği için, zeki prensimiz Eric de onun kendisini kurtaran kız olduğunu bir türlü hatırlayamıyor. Ancak Ariel bütün iletişimsizliklere rağmen kendini sevdirmeyi başarıyor.

Başlangıçta karadaki yaşama kavuşabilmek uğruna ruhundan sonsuza dek vazgeçmeyi bile göze alabilen, kendi hikayesini yazabilecek güçteki Ariel’in, kendisine kurulan tuzaktan ancak bir erkeğin insiyatifiyle kurtulabilmesi ise tam bir hayal kırıklığı. Ariel’in Ursula’yla yaptığı anlaşma her ne kadar başta işliyor gibi görünse de hikayenin sonunda kötü kalpli deniz cadısının planları ortaya çıkıyor. Güzel bir genç kız kılığına girerek prensi etkilemek için gelen Ursula, Ariel’den aldığı sesi de kullanarak amacına ulaşacağı sırada Kral Triton kızını kurtarmak için gelerek esip gürlüyor. Ursula’nın foyasını ortaya çıkarıp kızına sesini geri veriyor. Bununla da yetinmeyip çok sevdiği kızını kendi rızasıyla gerçek bir insana çeviriyor. Böylece hiç de yabancı olmadığımız, ‘’yardıma muhtaç kadın karakteri kurtaran güçlü erkek’’ sahnesi yaşanıyor. Ariel’in prensiyle mutlu sonu ise, babasının insiyatifiyle sağlanmış oluyor.


Özetlemek gerekirse, prenslerinin onları bulup tehlikelerden ve zor hayatlarından kurtarmalarını bekleyen Pamuk Prenses, Cindirella ve Aurora’nın aksine Ariel, kendi mutluluğu ve istekleri için çaba harcayarak bir ilk oluyor. Ancak erkek otoritesi ve cinsiyet rolleri bu hikayede de yerlerini oldukça belli ediyor. Ariel’in baskıcı babası başta su altındaki hayattan uzaklaşma sebebi olurken, hikayenin sonunda Ariel hayallerine yine babasının lütfuyla ulaşıyor. Bir erkeğin baskısından kaçabilmek başka bir erkeğe gitmesi ise, Ariel'in bir erkeğin gözetimi olmadan yaşayamayacağı fikrini veriyor. Umuyoruz Ariel'den sonraki deniz kızları, bağımsız birer kadın olarak da kendi kuyrukları üzerinde durabileceklerini fark ederler.

33 görüntüleme
bottom of page