“Mutsuzluktan bahsetmek istiyorum. Dikey ve yatay mutsuzluktan, mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun. Sevgim acıyor.” diye bahsediyor değerli şair Turgut Uyar mutsuzluktan. Nam-ı diğer Aşk ve Erotizm şairi Cemal Süreya şu sözlerle destekliyor Uyar’ı; “Mutluluk nasıl dayanıksız”. Mutsuzluk kelimesinin kökü olan mut, sözlükte arandığında şöyle bir tanım çıkıyor: ‘Bütün özlem ve isteklerin tam ve sürekli olarak yerine gelmesinden duyulan kıvanç.’ İşte tam olarak böyle yazıyor. Peki, kaçımızın hayatında sürekli olarak yerine gelen bir şeyler var? Burada da zaman ve beklentiler karşılıyor kapıda.

Beklentiler... Beklenti ne kadar azsa o denli mutlu, o denli özgür oluyor insan. Kendi içimizdeki mutluluğu bulamadığımız sürece, başkalarına bağlı mutluluklar yaşayıp ödünç alıyor ve geri veriyoruz. Sonra da mut-suz oluyoruz. Dibini sıyırana kadar tüketmek istiyoruz. Tıpkı nadide bir şarkı keşfetmek ve onu sıkılana kadar dinleyip en sonunda eskitmek gibi mutluluk. Onu bekliyoruz, tüketiyoruz ya da sahibine iade ediyoruz hikayenin sonunda. Demir tava, akıl başa gelene kadar beklemeye devam ediyor insan, sonra ehlileşiyor ve zamanla daha bir telaşsız, daha bir beklentisiz hale geliyor ama zamanın büyük bir kısmını beklentilerle harcıyor.
Bir diğer önemli etken, -belki de en önemlisi- zaman... Mutsuzluk, modası asla geçmeyen, kronikleşmiş bir eklem ağrısı gibi durur kimileri için. Mutsuz olmanın ve mutluluğun bu kadar kısa sürmesinin temel sebebi: Zamanında yerine getirilmeyen sözler, zamanında aranmayan insanlar, zamanında dilenmeyen özürler, okunmayan kitaplar, zamanında bilinmemiş kıymetler ve hep zaman var sanmak, ertelediğimiz her şey için hep orada bir yarın olacak düşüncesi olabilir.
Ya bir yarın daha yoksa? Yine de her şey sonsuzmuş gelir. Sonsuz bir mutluluk mümkün müdür bilinmez. Fakat yine de mut-lu olmak için bir çiçeğin yanından geçer gibi yaşayabilir insan. Sanıldığı gibi mutluluklar ve uçurumlar bitişik değildir belki de.